16 Mart 2012

Pq-Sq



İnsan her yerde insan işte. Şöyle bir manzara buldu mu paylaşma tutkusu artıyor, onun güzelliğine vuruluyor, du bi foto çekelim aşkım diyor.. Berlin'de de Bayburt'da da durum aynı. Yeterince sizi çeken fotoğraf makinası yokmuş gibi daha çekin birbirinizi..

Fenerbahçe - Galatasaray!



Derbi öncesinde görüş bildirmek, şanslı altı sayının hangileri olabileceğini söylemek gibi anlamsızlaşabiliyor. En azından ben geçen derbi öncesi yaptığım yorumlarda feci şekilde yanılmıştım. Aykut Kocaman'ın yaptığı sürpriz her şeyi farklılaştırdı. Sonuç değil içerik açısından yanılmıştık.

Bugün ise sürpriz beklenmiyor. Fenerbahçe evinde muazzam oynuyor, Galatasaray ise sezonu müthiş götürüyor. Her şeyin olası olduğu muhteşem bir derbi bekler bizi. Kim kazanır, bugünden söyleyebilmek çok zor. Gollü beraberlik benim öngörüm..

Galatasaray sezon başından bu yana alanı daraltma konusunda müthiş becerikli.Dolayısla burada biraz daha geride merkezi kurup rakibe presle alanı daraltarak oyunun kontrolünü eline almasını zorlaştıracak. En azından kendi sahasında bunu başarabilecek gücü var. İşte bu yüzden Fenerbahçe'nin en önemli kozu Emre'nin bu derbide göstereceği performans. Oyunu olabilecek en geniş alanda oynayabilecek şekilde bir orta saha açılımı olursa rakibini hem yorar hem de üstünlük sağlayacak organizasyonları gerçekleştirebilir. Emre'nin oyunun yönünü değiştirme, boşluk bulma konusunda hüneri Fenerbahçe'nin bu Galatasaray karşısındaki belki de tek kozu.
Galatasaray'ın artısı oyunda basacak oyuncu sayısının Fenerbahçe'den fazla olması. Derbi motivasyonu nedeniyle bir kereliğine mahsus Stoch'un dahi savunmada çıldırdığına şahit olabiliriz belki ama kağıt üzerinde çift forvet oynamasına rağmen Elmander katkısıyla böyle bir artısı söz konusu. Koştuğun ölçüde ortalama yeteneğin azalır.Fenerbahçe'nin özellikle gole yönelik oyuncu sayısı rakibinden bir hayli fazla. Stoch-Alex-Sow'un gol becerisi dezavantajı olduğu kadar kazanmaya yönelik en büyük güvencesi. Bir de bunlara derbilerin golcüsü Selçuk'u eklerseniz..

Tahminim odur ki ilk golü atan en kötü kaybetmez. Her iki takım da geniş alanı seviyor. Özellikle Fenerbahçe ilk golü atar, GS da sistemini bozar, ofans-defans dengesinin ayarını kaçırırsa tarihi fark olabilir. Aynı şekilde tersi de mümkün. Gol geciktiği ölçüde sinirlerine hakim olup disiplinli olan avantajı yakayabilir.

Selçuk İnan ise Galatasaray'ın atak dahi yapamadan gol bulabilme şansıdır. Frikikleri, kornerleri kadar kale çizgisinden top çıkarması kadar kale çizgisinden topu geçirip skor üretmeye kadar giden avantajlar söz konusu.Lakin burada özellikle orta sahada oyunun kontrolünü tutma açısından Selçuk'tan da fazla Melo'nun agresifliğine ihtyacı var. Bu ikisi savunma ve hücumu aynı ölçüde etkileyen, oyunun belirleyici olan isimleri. Dolayısla bu derbinin belirleyicisi Melo'nun agresifliği, Emre'nin pasörlüğü olacaktır. Birisi performansını arttırdığı sürece diğeri de arttırmak, dengeyi bulmak zorundadır.

Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final!



Real Madrid iyi bir kura mı çekti? Bence değil. Madrid için iyi bir kura Benfica'dır, Marsilya'dır, Chelsea'dir ve hatta zorlarsan Milan'dır. Zira "birazcıcık" oynamak isteyen takımı Mourinho'nun Madrid'i dağıtır. İnanılmazlar ve şu an için en azından bende kupanın favorisi.Elbette şu an yarı final adayı olarak bakılabilir ama demek istediğim Benfica v.s. takımlardan daha fazla sürpriz yapma şansı var bu takımın.

Bayern-Marsilya.. Alman şansı devam ediyor. Basel sonrası Marsilya tam da Almanların dişine göre. Marsilya bir yandan Real-Barça çekmediği için şanslı iken diğer yandan Milan-Bayern'den birisini çektiği için şansız.. Ama bugüne kadar son çeyrekte attığı gollerle şansları yaver giden Fransız ekibinin turu geçme şansı da yok değil. Belirleyici olacak olan elbette Bayern'in sakatlıkları, form durumu.. Özellikle Fransa'daki maçın sonucu turu kimin geçeceğini belirler.

Benfica ve Chelsea aynı ölçüde yarı final adayı.İzlemesi keyifli maçlara sahne olacağı kesin. Bu iki takım da en fazla yarı finali görür diyorum ama Chelsea'nin potansiyeli Barça'ya yetmez ama olur da Milan çıkarsa finali dahi gördürebilir.

Eh çeyrek finalde izlenilecek olan maç belli oldu. Bence oldukça keyifli geçecek ve diğer senelerde olduğu gibi Barça dominasyonu burada olmayacak. Turun favorisi Barça olsa da Milan orta sahası kendisine gelirse işler beklenilmediği ölçüde farklılaşabilir. Sonuçlar ne olursa olsun iki güzel maç şimdiden bizi bekler.. Benim tahminlerim ise şöyle:

Real-Bayern, Barça - Chelsea.. (Benfica konusunda şüphelerim var, turu onlar geçerse şaşırmam)

Buyur burdan yak!



İki alt postta TV görüntülerinden "doğrulaştırılan" kararların bir standartı olmadığı üzerine yorum yapmıştık. Şimdi ise bunun absürd bir örneği Podolski'ye verilen ceza.

Berlin maçında karambolde Podolski de "haksız yere" kırmızı kart gördü. Üstelik bunu maçın hakemi de belirtmekten kaçınmadı. Tüm bu gerçeğe rağmen Alman Spor Mahkemesi Podolski'yi yine de bir maç ile cezalandırmaktan geri durmadı.

Tv görüntüleri, Hakem ve herkes kırmızı kartın "yanlış bir karar" olduğu konusunda diretse de mahkeme başka türlü bir karar veremeyeceğini belirtiyor. Spor Mahkemesi kararın yanlışlığının farkında olup bir daha bu gibi durumlar yaşanmaması gerekir derken burası hakemlerin kararlarını doğrulaştırma yeri değil diyor.

e bu ne ki şimdi?

TV görüntülerinden Pizarro iki maç ceza alıyor ki hak yerini buluyor ama burada?

15 Mart 2012

Favre-Slomka-Klopp



Favre başarılı. Heynckes başarılı. Slomka başarılı. Magatah "genelde" başarılı. Stevens başarılı. Bundesligada başarılı teknik direktörlerin bir kaçı bunlar. Şöyle bir soru vardı geçenlerde bana sorulan: Bundesligadan hangi teknik direktörü takımına almak istersin?

Lucien Favre 1.. Mirko Slomka 2.. Jürgen Klopp 3..

Neden Favre? Sadece o bana her koşulda başarıyı garanti ediyor. Eğer o kaybederse "yeterince istemedik ondan kaybettik" gibi bir bahane asla olamaz. Bilimsel çalışır, detaylardan kazanır, kendisini sürekli geliştirir ve tamamen onun imzasını taşıyarak yukarı çıkarsınız. Diyeceksiniz ki Marco Reus?

Favre öncesi Reus'u ne kadar tanıyordunuz? Pek değil. Favre neyi öğretmiş olabilir hali hazırda yetenekli bir oyuncuya? 11freunde'de az önce okudum, size de aktarayım.

Dripling ustası olarak bilinen Reus genelde rakiplerini geçer, peki bunda Favre'nin katkısı ne olabilir?

"Ayağına bak.. Rakibinin her zaman ayağına bak" der Favre. Elbette topa sahip olan Reus'un neden savunmacısının ayağına bakması gerekiyor diye düşünebilirsiniz. Bir anlamda kendisine saldırmak isteyen defans "hücum" ediyor ve aslında topa sahip olan Reus ise savunuyor. Favre burada uzun uzun adam geçerken rakibin ayağına bakıp hangi yöne doğru gideceğini önceden kestirilebileceğini öğretiyor oyuncusuna. Sonrasında bir sonraki hamlesini görüp tersine giderek önündeki adamı geçebilirsin diye uzun uzun anlatıyor. Detaylar orada önemli, burada önemsiz ve sonunda Reus şunu diyor:

"Bu taktik işliyor.."

Favre denildiğinde akla gelen ilk ayrıntı "detaycı" olmasıdır. Onun yönetimine takımı bıraktığınız andan itibaren bazı bahanelerden rahatlıkla kurtulabilirsiniz. "Bugün yeteri kadar istemedik" "Rüzgar böyle tersten esti" "Şu oyuncu yoktu, bunu transfer edemedik" v.s.

Üstelik varolan teknik adamlık tarzına benzeyen artık efsane statüsünde yer alan isim ise Jose Mourinho'dur. Mourinho bu detaycılığın babası olarak anılır. İki takımın da hücum organizasyonlarındaki benzerlik, set hücumların fazlalığı, kale önünde dahi verkaça girip organizasyon gollerinin sıklıkla atılması da dikkatli bir şekidle incelenirse görülebilir.


İkincisi Slomka dedim..

Mirko Slomka aslında Rangnick'in asistanıydı. Schalke'de kovulması sonrası birden şefliğe geçti ve Schalke ile inanılmazı başarıyordu eğer Lincoln o beş maçlık cezayı alıp yerini "Mesut Özil" e bırakmak durumunda kalmasaydı..50 yıl sonra Schalke onunla şampiyon olacaktı ki Porto'yu eleyip Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale çıkmışlığı, en iyi maç başına puan ortalamasını yakalamışlığının yanı sıra oynattığı ofansif futbol da hala akıllardadır.

Kovuluşu Almanya'da her daim başarılı olup da kovulanlar listesinin bir numrasındadır ki onu kovan Menajer aynı zamanda Lincoln'u gönderen, Rutten'i getiren, Mesut'u yok yere satan Schalke tarihinin kara yüzü olarak bilinen Andreas Müller'dir.

Sonra Slomka her şeye rağmen iş bulamadı.Hamburg için görüşmeye gidiyor ama Şampiyonluğu olan Veh tercih ediliyor, o kenarda bırakılıyor zira geçmişinde parlak futbolculuk kariyeri olmadığından pek itibarı olmuyordu. Sonunda Enke'nin intiharı sonrası hızla düşen Hannover'in başına devre arasında geçti ve takımı tutmak neredeyse imkansızdı. İlk altı maçını da kaybetti ve fakat sonrasında öyle bir Hannover yarattı ki takım 19 yıl sonra Avrupa Kupalarına katılım göstererek tarih yazdı.

Schalke'de ofansif Hannover'de ise kontra takımı yarattı.

Ya Konan geçen sene çok mu iyiydi? Bu sene Abdellaoue mi çok iyi? Bunların önemi yok. Bir sistem takımı yaratıldı. Beş saniye içerisinde kendi sahasından diğer yarıya geçip golü neredeyse garanti eden hücumlar gerçekleştiriliyordu. Üç kere gelip dört gol atan ilginç ama fazlasıyla başarılı olan takım.. Slomka varsa başarı biraz zaman alsa da mutlaka orada vardır zira o da analizci, işbilir ve işinde uzman bir teknik adam. İnsanlığı ise yine çok başka..


Üç Klopp dedik..

Mainz gibi mütevazi bir kulubü birinci Bundesliganın daimi takımı yapmak başlı başına başarı öyküsüydü. Antrenörlük başarısı bir yana TV yorumculuğu esnasında futbolu yorumlama biçimi nedeniyle tüm Almanya'nın sevilen ismi oldu. Öyle ki Klinsmann öncesi Bayern teknik direktör adaylarından birisiydi. Uli Höness daha çok Klopp'u istediğini ama Klinsmann'a ikna ettirildiğini sıklıkla bahseder. Yine de soru işaretleri vardı zira bir takımı birinci Bundesliga'ya çıkarmanın ötesinde bir başarısı yoktu ve fakat Dortmund ile yaptıkları ise muazzam..

Şampiyon oldu Dortmund ve ilk defa değil yedinci kez ve fakat bu bambaşka biçimde. 2002'de Sammer şampiyonluğunda harcanılan parayı bugün dahi Bayern veremezdi sanırım. Kulubü sonrasında iflasa gönderen bu yıldız oyuncu alarak başarı kazanma artık Dortmund için mümkün değildi. Her yıl üstelik sadece bir futbolcusuna en fazla 5 milyon vererek harcama yapıp iflasın eşiğinden dönen Dortmund'u Klopp deyim yerindeyse çoluk çocuk ile şampiyon yaptı. Hatırlarsanız Weidenfeller hariç hepsi 30'un altındaydı ve o dönem 26 yaşındaki Barrios ve 24 yaşındaki Schmelzer hariç hepsi de 22 yaş ve altıydı. Dahası rakibi prese boğup doksan dakika saldırarak kazanma biçimi de onun eseriydi.

Detaycı ve çok çalışkandır. Yeni antrenman metotları getiriyor, farklı teknikler kullanıyor ve haliyle bilimsel.. Diğerlerinden farkı bilimsel olduğu kadar gereken motivasyon da onda fazlasıyla var. Zeki teknik direktörlerden olan Thomas Tuchel'in aksine Klopp burada anılan diğer isimler gibi sistem kuruyor ve sezon sonuna kadar onu işletebiliyor.

Ufak da olsa bir soru işareti şudur ki yıldız olmamışlarla başarı kazanan Klopp günden güne yıldızlaşan bu yeni statüye sahip olan oyuncularla nasıl anlaşacak bunu bilmiyoruz. Bu aslında hem Klopp için hem de Dortmund için bir soru işareti ki Höness bunu Hoffenheim için söylemişti, yanılmadı. Misal bugün Lewandowski önerilen sözleşmeyi reddetti. Dortmund'un gücü yıldızlaşan oyuncuların yeni sözleşmelerini karşılayabilecek seviyede değil. Dahası Barrios gibi yıldızlaşmış oyuncuların kaprislerini giderebildiğini de söyleyemeyiz ama şu kesin ki bizim büyük takımlardaki yıldızlardan sadece bir tanesinin maliyetine kurduğu takımla Bundesliganın altını üstüne getirmeyi başardı. Diğer ikisi gibi bu başarı yüzde yüz teknik direktör kaynaklıdır...

Sylvie Van der Vaart









TV görünlerinden ceza!



Pizarro'ya TV görünlerinden dolayı şu hareketi nedeniyle maç sonrası 2 maç ceza verildi. Bu bana ilginç gelir.

Hakemin görmediğine sonradan sen TV'den görerek ceza veriyorsun. Bir açıdan doğru ve fakat göremediği penaltıya cezayı kesiyor musun? Olmayan golü verdiğinde kesiyor musun? Aslında Helmer'in olmayan golü verildiğinde Almanya'da Bayern - Nürnberg maçı tekrar edilmişti ama bu bazen oluyor bazen olmuyor ve nasıl oluyor işte ben onu tam anlamıyorum.

Ha bunu yapıyorsun ha üç saniye içerisinde hakemin kulaklığına maçı izleyen diğer hakem direktif verip maçı yönetiyorsun, çok bir fark yok aslında.

Bir açıdan güzel.. oyuncular biliyor ki hakemi kandırsak da TV'den milyonlarca insanı kandıramam ve bu yüzden biraz daha dikkatli olayım diyebilir ama toplamda kuralın uygulanışı itibari ile bir sakatlık var..

Pizarro yok bu arada iki maç ve bu da Bremen için hiç ama hiç iyi değil.!

14 Mart 2012

Skibbe = Carvalhal, Lincoln = Quaresma




Bugün için söylüyorum ki yapılması gereken Quaresma'yı gönderip Carvalhal'ın arkasında durmak ve onun belirleyeceği şekilde yeni Beşiktaş'ı oluşturmak. Carvalhal sonuna kadar "karakterli" bir şekilde davranmış ve dahası hak ettiği şekilde yıldız oyunculara ayarı vermiştir. Lakin bu en azından beklenilen bir gelişme değil miydi? Başa dönelim..

Aslında Fenerbahçe başı çekiyordu. Sonra sırasıyla Galatasaray, Beşiktaş'a doğru ilerledi bu "politika". Bir süre sonra Trabzonspor'da başlarsa şaşırmam. Nedir bu?

Yıldız futbolcu, teknik adam almak.

Özellikle futbolla ilintisi hobi olarak izlemekten ibaret işadamı yönettiği vakit anladığı tek doğru bu olduğu için kaçınılmaz son.Diğerine kafaları basmaz. Kulüplere büyük paralar ödeterek yıldız alma başarısı onların futbol yönetiminden anladığıdır. Dolayısla yıldızlarla dolu olan kadroların aynı zamanda kötü yönetimlere sahip olması şans değil olağan sonuçtur.

Her takımın yıldıza ihtiyacı vardır. Bir tane Alex'den zarar gelmez ve fakat alınan oyuncuların üçünün ikisi yıldız olursa bunları idare etmek gerçekten çok zor. Uli Höness, Hitzfeld, Mourinho, Ferguson olmalısınız ki bunlardan çok az var dünyada. Böyle büyük karizmaların gerisinde uslu bir çocuk olabilcek iken bugün çok başka.



Almanya'da Bayern München, İtalya'da İnter, İspanya'da Real Madrid ve Türkiye'de de Fenerbahçe böyleydi. İnamato dönemi sonrası Galatasaray Lincoln ile beraber başladı. Haldun Üstünel birden spotlar altında yer aldı. Kewell,Baros diye gitti.

Sonra Beşiktaş.. Her şey aynıydı aslında.

Lincoln= Quaresma, Skibbe= Carvalhal, Rijkaard = Schuster v.s. Polat yönetimi = Demirören yönetimi. Haldun Üstünel = Serdal Adalı diye devam edebilirsiniz.

Lincoln ile Bülent Korkmaz'ın yaşadıkları tazeliğini koruyor. Almanya'da izlemiştim o maçı ve çevremdekilerin hemen hepsi bu tavrın Bülent Korkmaz'ın Lincoln için saygı duyulacak bir isim olmadığından kaynaklandığını düşünüyordu. Keza Carvalhal'a Quaresma'nın saygısının kazanması çok zor. Zico'lu Fenerbahçe'nin Brezilyalı yıldızlarla başarılı olmasının temel sebebi Brezilyalılar üzerinde Zico'nun futbolculuk geçmişinden dolayı ağırlığının olmasıdır. Doğru ise elbette her futbolcunun her teknik direktöre saygı duyması ama bu kağıt üzerindeki doğrudur.
Gerçek ise malasef böyle değildir her zaman.



Carvalhal ile Skibbe arasında önemli bir fark var. Skibbe, oyuncudan verim alabilmek için her türlü toleransı gösterirken yerli oyuncuların nefretini kazanarak bir anlamda kaosa doğru hem kendisini hem takımı sürüklendi. Carvalhal burada tersini yaptı. Tolere etmedi Quaresma'yı ve bu tavrı da yerli oyuncuların takdirini kazandı. Diğer türlü olsaydı o dönemin Galatasaray'ında olduğu gibi Carvalhal'ın sonunu bizzat Beşiktaş'ın oyuncuları hazırlayacaktı
.
Carvalhal beklendiği gibi her şeyi tolere edip işine bakan bir antrenör olmadı. Guti ile başladı Fernandes ile devam ediyordu ki geri kazandı ve sıra şimdi Quaresma'ya geldi. Kaçınılmaz son derim buna ben.
Hata kimdedir?
Ne Quaresma'da ne de Carvalhal'da.. Bu ikisinin birleşiminden böyle bir çatışmanın olabileceğini göremeyecek olan yönetimdedir. Bu planlamayı yapan sportif kararları alan kurumdadır ama kimdir ki bu bizim ülkemizde?

Bugün Quaresma affedilmemesi gerekir belki ama toplamda burada ne Carvalhal'ın ne de Quaresma'nın çok büyük hatası var.

Bugün Atletico'da oynayan Diego için Wolfsburg dönemi yaptığı saçmalığı anlayabildiğimi söylemiştim. Şöyle düşünün: Diego sezon başı Bayern ile Juventus arasında tercih yapıyor ve 25 milyon avro bonservis sonrası Juve'ye satıldıktan çok değil bir yıl sonra Wolfsburg ile ikinci lige düşme mücadelesi veriyor. Gökten yere çok ama çok kısa süre içerisinde çakılıyor ve adamın şaftının kayması olağan. Bugün Atletico'da sorunsuz oynuyor zira belki de tam da olması gereken yerde.

Quaresma'ya ise tapıldı burada. Yıldız, büyük yıldız yapıldı başta taraftarlar tarafından. Herkesten fazla para alıp herkesten fazla yeteneği olup farklı bir futbol geçmişine sahip olarak dengeyi kurması çok da kolay değil üstelik bu takımın hocası Portekiz'den çok da iyi tanıdığı Beşiktaş'ın scout ekibinde görev yapsa dahi şaşırılmayacak bir kariyere sahip Carvalhal.. Lincoln konusunda benim şaşkınlığım da buradan gelir.Gözümün önünde her yıl biraz daha iyi bir şekilde olmak üzere altı yıl sorunsuz oynayıp Schalke'yi neredeyse tek başına şampiyon yapacak kadar performans gösteren adam burada birden değişiverdi.

Teknik direktör bu gibi davranışları tolere etmeli midir bu onun teknik adamlık tarzıyla ilintilidir. Biraz da kariyeri ile.. Lincoln misal bu tavrı Ferguson'a gösterse sallamaz zira bu tavır Ferguson'u bozmaz ama Bülent Korkmaz'ı etkiler. Almanya'da çıkarken tavır yapan oyuncuyu en son teknik adam sahiplendi: Çıkmak istemiyor, oyunda kalmak istiyor ne güzel bu diyerekten. Ya da..

Misal Magath şöyle der:

"Bir oyuncu bana maçlardan önce on bira içersem çok güzel oynuyorum derse sorun değil, yeter ki sahadaki performansı olması gerektiği gibi olsun. On değil yirmi tane içse o zaman bu benim için sorun olmaz".

İlginç değil mi?

Mucizeleri başaran Rehhagel.. Antrenmana geç gelen Basler'e aut çizgisindeki topu gösterip şöyle diyor:

"Kaleye onu sokarsan antrenmanın geride kalan kısmına iştirak etmek zorunda değilsin." Ve Basler golü atar, evde tatil yapar arkadaşları harıl harıl çalışırken..

Daha benim önümde duran kitabın içerisinde Ferguson'un başta Cantona olmak üzere Şımaykıl gibi kimi oyunculara geçtiği kıyaklar var. Bu bir seçim. Carvalhal diğer yöntemi seçseydi muhtemelen kariyersizliğinden dolayı sonu Skibbe gibi olacaktı. Bugün bana göre de "onurlu" davranmış ve bence burada iki yıllık sözleşmeyi hak edecek bir karakter şovu yapmıştır. Lakin Quaresma'sız daha iyi oynamayı ve sonuç almayı başarmazsa bunları kimse hatırlamayacaktır.

Baba & Kız!



"Ona telefon açıp sakatlandığımı ve benim için artık o çok önemli Dünya Kupa'sının bittiğini söylediğimde daha sonra aramam gerektiğini ve şu anda Tv izlediğini söyledi"

Owen kızı Gemma Rose ile olan konuşmasını anlatıyor. Çocukların dünyası işte...

Ferguson & Wenger !



" Ahhh biz ikimiz.. Elbet ikimiz bir gün günbatımında beraberce at süreceğiz.." A.Ferguson

Podolski ve Arsenal



Salı günü sağlık kontrolden de geçtiği söyleniyor ve Arsenal transferinin artık resmi olarak açıklanması bekleniyor.

Öncelikle ben severim Podolski'yi. Neden?

Çünkü skorer. Sen o bütün doksan dakika ne için uğraşıyorsun? Koşmalar, taktiksel varyasyonlar, mücadele ve her şey o top kaleye girsin diye değil mi? Kaçırılan bir pozisyonun altında yatan emek nedir çok çok iyi biliyoruz. Podolski skorer.. Gol atar ya da attırır.

İlk devre içerisinde Bundesligist golcüler arasında büyük şansları değerlendirmede %100 ile oynadı. Tek futbolcuydu bu oranı yakalayan. Geldi mi affetmez kolay kolay. Çok ama çok çok iyi bir şut tekniği, ortalama üzeri gol sezisi ve geride kalan her şey de ortalama olan bir futbolcu. Belki özellikle Arsenal'e uygunluğu açısından o kenar forvet rolünü ezberlemiştir artık milli takımdan ve bu da bir artı onun için.

Ama işte soru şudur: Podolski ve Premiere League..?

Türkiye'ye gelebilir, La Liga'ya gidebilir efendim Serie A misal iyi olurdu onun için ama Premiere Lig ?

Golcüler arasında en az koşanı olduğu kadar saha içerisinde de Prens gibi. Yani demem o ki başarılı olsa dahi bocalama süresi bir hayli fazla uzun olacaktır. O tempoya Podolski'nin bu saatten sonra alışabileceğini çok sanmıyorum ama bakarsın gollerle kendisine vakit kazandırır. Gerçekten ilk karşılaşmalarında o tempoyla nasıl başedeceğini fazlasıyla merak ediyorum. Edin Dzeko misal fazlasıyla zorlanmıştı.

Futbolcular ligleri iyi seçmelidir. Misal Arshavin birbaşka ligin herhangi bir üst düzey kulubünün çok sağlam ve değerli bir on numarası olabilecek iken Arsenal'da iyi de oynasa potansiyelinin altında kalıyor. 18-22 yaş aralığında değilseniz Premiere Lig'e uygun kriterlerde durumunuz nedir bakın derim.

Hülasa Podolski Arsenal'e gitti.. Hayırlı uğurlu olsun.

Mart Top 10! #2



Biraz geç olsa da şunu da ekleyelim arşive..

Bizden bu sefer üç isim var ilk onun içerisinde.. Oylamada ise Stoch 10 bin kusur oyla önde gidiyor. Arkasından gelen Hulk'un oylarının toplamı ise Stoch'un yarısı 5 bin kusur..

13 Mart 2012

2 maçta 14 gol: Bayern München!



Deplasmanda zorluk yaşıyorlar lakin Arena'da abarttıkça abartıyorlar. Önce Hoffenheim'ı sonra da Basel'e üst üste dört gün içerisinde yedişer gol atmayı başardı bu takım. 4 gün içerisinde resmi 14 gol ki dehşet bir şey..

Gomez elbette takımla doğru orantıda coşuyor belki ama bu iki maçın da kahramanı Frank Ribery.. Müthiş oynuyor, sonuna kadar mücadele ve bencil değil. Robben de kendine gelince fark böyle fazlalaşıyor belki diğerleriyle ama Bayern'in temel direği şu an için Ribery..

Basel ve Futbol! Man U'yu elediği için çeşitli övgülerle hasır neşir iken takım şimdi 7 golü hazmetmek durumunda. Futbol bu, tadını çabuk çıkarın zira yarın her şey çok başka olabilir.

Ve elbette yine o.. Mario Gomez! 72 maçta 72 gol. Çok önceden söylediğimi bir daha tekrar edeyim: Onun değeri Gerd Müller gibi "bir zaman sonra" algılanacaktır. Şampiyonlar Liginde 32 maçta 22 gol. Ligde 208 maçta 122 gol.. DFB kupasında 23 maçta 19 gol.. 263 maçta 163 gol.. Daha elemelerde 12 maçta 8 golü filan saymıyorum. Muazzam bir 9 numara..

Hülasa Bayern çok önemli bir eşiği kayıpsız atlattı..

Sivas Katliamı!



Beş kişi daha yargılanmayı bekliyor ? Simgesel bazda önemi olsa da özünde benim için çok bir şey ifade etmiyor. O kalabalık güruh? O zihniyet.. Mesele aralarından üç beş kişinin yargılanmamış olması değil buna destek çıkan zihniyetin bugün hala koruma güdüsüyle buraya yaklaşıp inatla 35 masum insanın yakılmasından duyulan acıyı büyütüyor ve bazen dayanılacak gibi değil. O 5 kişi değil arkasında yatan, o otelin çevresinde tekbir getiren kalabalık.. Bir değil beş değil on değil bin değil binlercesi.. İnsan yakmaktan keyif alıp namaz kılan.. Böylesine vahşeti "doğru" bulan garip bir Tanrı algısı olan tuhaf ama daha da ötesi cani bir kalabalık, tehlikeli..

Üç beş kişinin kişisel eylemi ya da bir terör örgütü değil sanki aramızda yaşayan herhangi birisi gibi, bir halk yaktı 35 insanı. Diri diri insanlar yanarken kenarda keyifle bunu izledi ve bahsedilen binlerce insan.. Kitle.

Bugün oturduğum evimin önüne çarpı koyulsa Adıyaman'da olduğu gibi tırsmaz mıyım? Elbette. E peki bugün bu tehlike yok diyebilir misiniz? Bir kıvılcıma bakar. Sonrası katliam, sonrası "provake edildik" geyiği.

O beş kişiyi geçtim, o halk, o zihniyet o gerici kafa, ırkçı, ayrımcı ve ötekine nefes aldırmayan faşizan tutum yaşıyor. Dahası korunuyor, beslenip büyütülüyor. O sanıkların avukatlığını dönemin Refah Partisi Adalet bakanı Şevket Kazan yapmıştı, böylesine açık böylesine çekincesiz.. Devletin bakanının sanıkları hapishanede ziyaret ettiği bir ortamda kime ne cezasını kesiyorsun ki? İşte bu yüzden şahısların değil zihniyetin katliamıdır.